8 Ağustos 2014 Cuma

DEFTERİMDEN İLGİNÇ TARİH NOTLARI - 11



                                                  Karakuş  hükümleri
Türkçe’de  mantıksız ve de  manasız hükümlere  ‘karakuş hükümleri ‘ denir. Bu kelimeye esin kaynağı olan Karakuş, bir Arap veziridir. Kendisi mert fakat çok saf birisiydi. Dalgınlığı  ve komik derecedeki hataları meşhurdu. Bunların bazıları
Şahinleri   kaçmasın diye şehrin kapılarını kapattırmıştı.
Karısına  şiddet uygulayarak dokuz aylık çocuğunun düşmesine neden olan bir adamdan  şikayetçi  olan kocaya ‘Sen karını bu adama ver ondan hamile kalıp dokuz aylık olunca sana tekrar geri gelsin ‘ diyerek herkesi şaşırtmış.
Gömleği   asılı olduğu  ipten  yere düşünce  ‘ Eğer bende içerisinde olsaydım halim kim bilir ne olurdu ‘demesi herkese ilginç gelmiş.
Karakuş’un  atı   yarışta sonuncu olur. Buna kızan vezir seyisine bir hafta ata yem verme der. O zaman ölür deyince  ‘ Yem verirken bari benim iznimle verdiğini söyle ki bir dahaki koşuda geri kalmasın ‘ diyerek atını motive etmek ister.
Zeytinden alınan verginin indirilmesini isteyen bir gurup çiftçiye ‘ Seneye zeytinle birlikte yoğurt ve peynirde ekeceğinize söz verirseniz o zaman verginizi indiririm ‘ diyerek  anlaşılması güç  bir istek yapmış.
Katil olduğunu söylenen  bir kişiyi getirirler. Karakuş derhal asılmasını söyler.  Oradaki halk  şehirdeki tek nalbant bu adam.Giderse zor durumda kalırız der. Karakuş biraz düşünür peki kalenin yanında bulunan  kafesçiyle bir işiniz var mı? diye sorar. Ses çıkmayınca ‘ bunun yerine onu asabilirsiniz ‘ demesi yıllarca halkın arasında espiri konusu olur..
Alacaklı bir adam borcunu alamadığından şikayet eder. Karakuş borcu olana ‘ neden ödemiyorsun ?’ diye sorar. Oda para biriktirdiğim zaman alacaklımı bulamıyorum tam harcadığımda karşıma çıkıyor deyince ‘ o zaman alacaklıyı hapse atın  yeri belli olsun, borçluda parası birikince gelip versin  ‘ der.        Hakkında bunlar gibi pek çok hikaye bulunan Karakuş’nun  olaylara yaklaşımı ve değerlendirmesi bu şekilde. Vezir olduğu düşünülürse bu durumları Traji komik olarak değerlendirmek  doğru olur sanırım.                        

                                       İzmir’de  ilk  tiyatro
İzmir’de ilk  tiyatro 1841 yılında açılan Eutepe tiyatrosudur. Ne yazıkki açılışından kısa bir süre sonra yandı. Bu tiyatronun olduğu yere ( İngiltere konsolosluğunun yakınlarında ) İtalyan asıllı bir aile kendi isimlerini verdikleri Cammarona adında bir tiyatro açarlar. Tiyatro 30 Kasım 1861 tarihinde gösterişli bir törenle  açılır. Kağir malzemeyle yapılmış olan bina üç katlı ve  on yedi localıydı.   Devrin büyük tiyatrolarından birisi olarak kabul ediliyordu. İçerisi  yurt dışından getirtilmiş   kristal  aynalarla süslüydü. Aydınlanması ve ısıtılması havagazıyla sağlanırdı.. Burada  yurt dışından gelen tiyatro topluluklarının verdiği temsiller çok ilgi görmüştü. Zaman zaman  opera gösterileriyle büyük konserlere de ev sahipliği yaptığıda olurdu. Açılışından tam 23 yıl sonra1884 yılında  cumartesiyi pazara bağlayan bir Kasım akşamı tamamen yandı. Tiyatronun kapanışı o yıllarda  İzmir’in sanat dünyası için büyük  kayıp oldu. Bu tarihten sonra merkezi İstanbul’da olan Vaspuragon  tiyatrosu temsiller vermek için zaman zaman İzmir’de bulundu.2. Meşrutiyet döneminden sonra bazı  topluluklar  Vatan yahut Silistre gibi Türkçe  oyunları oynamaya başlarlar. Daha sonra açılan birkaç tiyatro da büyük İzmir yangını sırasında tamamen yandı. 

                     Osmanlı   İmparatorluğu   kaç  savaş  yaptı
Kuruluşundan, yıkılmasına kadar geçen süre içerisinde Osmanlı Devleti toplam 192 adet savaş yapmak zorunda kalmıştı. Bu savaşların 155 ‘de galip taraf olmuş, 11  savaş’ta kesin sonuç alınamamış. 26 savaşta ise yenilmiştir.

                                        İlk  fotoğraflar
Bilinen ilk fotoğraf 1826 yılında Joseph  Nicephore Reipce tarafından bir çalışma odasında çekildi. Dünyanın ilk su altı  fotoğrafı 1858 yılında görüntülendi. Havadan çekilen ilk  fotoğraf  ise  bir Fransız’a ait.Yaklaşık 80 metre yüksekliğindeki bir    balonun içerisinden çektiği   Paris’in bir mahallesinin  fotoğrafı havadan  görüntü alınan  ilk fotoğraf olarak tarihe geçti. Renkli fotoğraf 1861 de James Maxwell tarafından bulundu. 1915 yılında National Geographic dergisi ilk arkeoloji fotoğrafı yayınlandı.1956 yılında ise aydan alınan ilk fotoğraf dünyaya ulaştı.

                                      En eski oyuncak
Mısır’da yapılan arkeolojik kazılarda  oyuncak  bir tahta at bulundu. İÖ.5yy dan kaldığı sanılan bu buluntunun dünyanın en eski oyuncağı olduğu düşünülüyor.Daha sonraki kazılarda da  misket ve topaç benzeri oyuncaklar sık sık arkeologların karşısına çıktı. Firavunların mezarlarında  oyuncak bebekler bulunması Mısır’lıların oyuncaklara çok önem verdikleri anlaşılıyor. Eski Yunan, Roma ve Çin’de de kilden yapılıp fırınlanmış  oyuncaklar bu bölgelerdeki kazılar sayesinde gün ışığına çıkartıldı . İlk tahta bebekler 1700 lerde Almanya’da  görülmüş. Osmanlı döneminde içi saman doldurularak yapılmış bez bebekler,balon, topaç,çember gibi oyuncakların çocuklara arasında rağbet gördüğü bilinmekte. 
                                        
                                            Roma  rakamları
Romalılar  sayıları yazmakta bir takım harfler kullanırlardı.

I=1, V=5, X=10, L=50, C=100, D=500, M=1000
Bugün de zaman zaman kullanılan bu harfler

 yan yana getirilerek daha büyük sayılar oluşturulabilir. Mesala "25"
"XXV" şeklinde yazılır.
Bu sayılar yazılırken bazı uyulması gereken kurallarda vardır.
-- Bir harf

 en fazla üç defa yan yana yazılabilir.
-- Bir harfin sağına

 kendisinden daha küçük değerli bir harf gelirse
 toplanarak okunur. XIII=13
  gibi.
--Sol tarafa yazıldığında ise çıkarılır. IXC= 9

   IV = 4
  Sadece bir harf yazılabilir.
-- Hem sağa

 hem de sola daha küçük değerli harfler yazılarak farklı rakamlar yazılabilir. CMLI=951 gibi.
-- Roma rakamı ile yazılabilecek en büyük ve en uzun sayı "3888" dir.(MMMDCCCLXXXVIII)
Dört işlem yapma zorluğu sebebi ile günümüzde fazla kullanılmamaktadır. Bazı usuller geliştirilse de çok büyük sayılara sıra gelince yetersiz kalmaktadır. Ancak yine de bazı kitap sayfalarını numaralandırma
madde işaretleri saatler gibi kullanım alanları vardır.
 
                                  Guraba    Hastanesi
Yardım sever bir insan olan Sultan Abdülmecid’in  annesi  Bezmi  Alem
Valide Sultan’ın topluma kazandırdığı pek çok  eserden birisidir. Guraba hastanesi  1843 yılında kar  beklemeyen   vakıf  düşüncesiyle  hizmet vermeye başladı.Hastanenin   kuruluş amacı fakir ve kimsesiz kişilere sağlık hizmeti vermekti.  İstanbul’un en büyük hastanelerinden birisi olarak kabul ediliyordu. Kuruluş amacına uygun olarak 1873 yılında  tedavi olanların sayısı 5000’ne  1891 ise 7117 ye ulaştı. Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı bir hastane olarak işlevini başarıyla sürdürüyor.

                            İlk  vezir’den son sadrazama
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk veziri Orhan Gazi’nin yardımcılığını yapan Alaeddin Paşa’dır. Devletin kurulduğu ilk zamanlarda tek vezir yeterliydi. Fakat  daha sonra  vezir sayısı arttırıldı. Şimdiki başbakan durumundaki baş vezire vezir-i azam  zaman içerisinde Sadrazam denildi. Osmanlı İmparatorluğunda Sultan Vahdettin’in sadrazamı olan Ahmet Tevfik Paşa  Osmanlı devletinin son sadrazamıdır. Saltanatın TBMM ‘ce kaldırılması üzerine Ahmet Tevfik Paşa  4 kasım 1922’de görevinden istifa etmek zorunda kaldı.. Son sadrazam  8 Ekim 1936 tarihinde  İstanbul’da vefat etti.

                                Üsküdar’da  sadaka   taşı
19.yy da  Üsküdar’da bir sadaka taşı bulunurdu. Bu yaklaşık 1.5 metre boyunda  olan bir mermerdi. Şekil olarak içi oyuk  bir silindire benziyordu.
İsteyen kişiler bu sütunun orta yerinde bulunan boşluğun içerisine para bırakırlardı. Gereksinimi  olanlar ise  hava karardıktan sonra ihtiyaçları kadar parayı buradan alıp, kalanına dokunmazlardı. Yakınında bulunan caminin bahçe duvarları yapılırken sadaka taşı da bulunduğu yerden kaldırılıp   yok edilmiş.Aynı  devirde Üsküdar’da cüzamlı hastaların tedavi edildiği ve halk arasında miskinler tekkesi denilen bir bakım evi vardı. Yoldan gecen halk eğer yardım etmek isterse bu binanın  dış bahçe  duvarının üzerine  para bırakırdı.Gece olunca da  bu  bir görevli tarafından toplanıp,  cüzamlı hastalara eşit olarak dağıtılırdı.

                             Osmanlı’da  recim  cezası
Osmanlı tarihi boyunca sadece bir kere  uygulandı.Sultan IV.Mehmet ( Avcı Mehmet) zamanında  başkasıyla yakalanan evli kadına recim yani taşa tutularak öldürülme cezası verildi. Aksaray semtinde  esnaflık yaparak geçimini sağlayan   Abdullah Efendi  genç ve güzel bir hanımla evliydi.. Kadın kocası işe gittikten sonra aynı mahallede çalışmakta olan   genç bir müsevi’yi   gizlice eve alıyordu. Bu durumu öğrenen   Abdullah Efendi  zamansız eve dönünce her ikisini uygunsuz bir vaziyette yakalar.Rumeli Kazaskeri  Ahmed Efendi  müsevinin idam edilmesini kadına da recim cezası uygulanmasını ister. Kararı onaylayan padişah’ta infazı merak etmekte ve izlemek için yakınlarda bulunan bir konakta beklemekteydi.. İnfazlar Sultanahmet meydanında uygulanır. Müsevi olan erkek cellat kara Ali’nin palasıyla başı koparılarak öldürülür. Daha sonra beyaz bir elbise giymiş olan kadın at arabasıyla buraya getirilir. Daha önceden kazılmış olan çukurun içerisine gögsünden yukarısı  ve başı dışarıda kalacak şekilde    gömüldükten sonra  taş atılarak herkesin içerisinde  öldürülür.

                                            Ateş-i   Rumi
Rum ateşi anlamına gelen günümüzde bile formülü çözülememiş kimyasal bir birleşimdir. Bizans’lılar tarafından kullanılmıştı.Üzerine su döküldüğünde ateşin daha çok parlamasına neden olan ve adeta söndürülmesi  imkansız  yangınlar çıkmasına neden olurdu.Bizans  kendisine ait olan ve yapılışı başkaları  tarafından bilinmeyen bu silahına çok güvenirdi. Şehrin değişik zamanlardaki kuşatmalarından bu esrarengiz silahı sayesinde kurtulduğu  söylenir.

                            Açlık grevi yapan Osmanlı veziri
Osmanlı devrinde açlık  grevi yaparak ölen tek  vezir Hüsrev Paşa’dır. Hırslı ve ihtiraslı bir kişiliği vardı.Kanuni dönemi vezirlerinden olan Süleyman Paşa ile arasında Sadrazam olma konusunda uzun zamandan beri süregelen  bir  rekabet vardı.Bir gün divan meclisi toplantısında Süleyman Paşa ile Hüsrev Paşa arasındaki dil dalaşı ile başlayan tartışma bıçakların çekilip bir birlerinin üzerine yürümelerine kadar devam etti. Padişah Kanuni Sultan Süleyman bu hareketi kendisine karşı yapılmış bir hakaret sayarak her iki veziri de görevden aldı.Sadrazamlık hayalleri kurarken bir anda boşta kalan Hüsrev Paşa bu olayı gururuna yediremedi. Vezirlikten azlinden sonra etrafındaki dalkavuklarda birer birer kaybolunca  iyicene içine kapandı.Özel odasına çekilip açlık grevine başladı.Israrlara rağmen  ve o devirde  bilinen suni gıdaları almayı kabul etmeyerek bir müddet sonra vefat etti.

                                            Altın  taht
Topkapı sarayının hazine dairesinde bulunan som altından yapılmış olan taht  Mısır Valisi İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştı. Oymacılık, kakmacılık ve süsleme bakımından bir şaheserdir. İbrahim Paşa bu tahtı üçüncü Murat’a hediye ettikten sonra Osmanlı sarayından Ayşe Sultan’la evlenmesine izin verilir. Üçüncü Murat’tan sonra tüm padişahlar Topkapı Sarayı’nın orta kapısının önüne çıkartılan bu tahtın üzerinde oturarak bayram tebriklerini kabul ettiklerinden ‘Bayram taht’ı’ ismiyle de bilinir.  Topkapı sarayının hazine defterinin 49. Numarasında kayıtlı olan bu esere değer biçilememekte .

                        Sultanahmet   Meydanındaki   dikili   taş
 İstanbul’daki dikilitaş ilk olarak MÖ 1547 yıllarında Firavun III. Tutmosis adına  Mısır’da dikilmiş. Dikilitaş’ın İstanbul’a ne zaman gönderildiği tam olarak bilinmiyor. Bilinen, taşın kente geldikten sonra uzun süre yerde yatar durumda kalması. İmparator Thedosius başa geçince kendi zaferlerini anlatması için Mısır krallarının yaptığı gibi bir dikilitaş dikmek ister. 390 yılında Kadırga limanından hipodroma kadar  özel bir yol hazırlatılarak  bu taşı bugünkü yerine  üç günde  taşıtıp,  32 günde   Hipodrom’a dikilmesini sağlar. Kaidedeki kabartmalar üzerinde I. Theodosius, oğulları, karısı, Arkedios, Honorios ile İmparator II. Valantinianos görülür. Ayrıca Hipodrom sahneleri ve anıtın dikilişini gösteren tasvirler de vardır.Pembe granitten yekpare yapılmış 19,6 , kaidesiyle birlikte 24,87 metre yüksekliğinde olan taşın dört yüzündeki metinlerde yazılanlar şöyledir. ‘Mısır’ın sahibi III. Tutmosis,  bütün denizleri ve nehirleri hükmü altına alarak hükümdarlığının otuzuncu yılı bayramında bu sütunu daha nice  bayramları görmek için   yaptırdı.Kudretli hükümdar ülkesinin sınırlarını Mezopotamya’ya kadar götürmeye azmetti. Güneş tarafından seçilmiş olan firavun, bu eserini  babası Ra’ ya hediye eder. Ordusunun önüne geçip,. Akdeniz’de dolaştı,karşısına çıkan tüm orduları mağlup etti.’

                               Ayastafanos   anıtının  yıkılışı
93 harbinden sonra Yeşilköy’e kadar yaklaşan Rus ordusu çekilirken buraya bir zafer anıtı yaptırdı. Birinci Dünya Savaşının başladığı yıllarda o zaman iktidarda bulunan İttihad ve Terakki Fırkası bu anıtı yıktırma kararı aldı.14 Kasım 1914 Pazar günü saat 8.30 da altına konan patlayıcıların patlatılmasıyla yerle bir edilir.Avusturyalı bir şirket bu anı görüntülemek için izim ister.Fakat filmi ancak bir Türk’ün çekebileceği söylenerek izin verilmez. Bunun üzerine şirket Mordo Fuat Bey adlı bir Türk’ü bu iş için görevlendirilir. Bu Türk sinema tarihinin ilk filmidir. 

                                  İmparatoriçe   Theodora
Sirklerde yabani hayvan bakımcılığı yapan bir ailenin üç çocuğundan birisiydi.Parasızlıktan     önce sirklerde daha sonra  erotik   tiyatro oyunlarında yer aldı. Bir gösteri sırasında tesadüfen  imparator  Jüstinianos ile karşılaşır.İmparator Theodora’nın güzelliğinden çok etkilenmişti fakat mevcut yasalara göre böyle bir bayanla evlenmesi yasaktı. Kısa bir sürede bu kanunu  değiştirip  onunla evlendi.Theodora İmparatoriçe olduktan sonra  kötü yola düşen  ve hayatta yalnız kadınlara sürekli olarak yardım etti.Onlara  bakım evleri açıp  yasalarla onları korumaya çalıştı. Bu kanunlar kadın hakları konusunda dünyada alınmış ilk kararlar olarak bilinir. İnanılmaz pratik zekası ve güçlü sezgileriyle her zaman imparatora yardımcı olur. Büyük isyanlarda  o hep  kocasının yanındaydı. Ülkeden ayrılmayı düşünen imparatora ‘ Kralın mezarı tahtıdır’ sözleri ile cesaretlendirip  isyanı kısa sürede bastırmasını sağladı. Justinianos’un veba hastalığı nedeniyle yedi ay boyunca yatağından kalkamadığı bir zaman diliminde ülkeyi  tek başına  başarılı bir şekilde yönetti.. İmparatorlukta çeşitli zamanlarda çıkan üç milyon kadar yasanın kullanılmayanları yürürlükten kaldırarak bunların sayısını yüz elli bine indirmeyi başarır.Sirklerde başlayan yaşantısı İmparatoriçe olarak devam eden kraliçe 548 yılında 45 yaşında iken yaşama veda etti.

                                          Ayak  Divanı
 Osmanlı Devletinde padişah’ın katıldığı divan toplantılarında padişah hariç herkes ayakta durduğundan bu toplantıya ‘Ayak Divan’ı ‘ denirdi.
Divan toplantılarına padişah ancak savaş ilanı ,büyük yolsuzlukların araştırılması veya  isyan olayları gibi çok önemli olayların görüşülmesi sırasında  katılırdı.Divan toplantılarında padişah’ın oturduğu taht sarayın babüsseade denilen kapısının önünde ve mermerlere dayalı olarak kurulurdu.Bu divan genellikle padişah’ın isteği üzerine kurulur ve kısa sürede sonuçlandırılmaya çalışılırdı.1658 yılında IV.Mehmet zamanında Anadoluda’ki düzensizlikleri görüşmek üzere toplanan divan Osmanlı Devleti’nin son ayak divanı oldu.

                                  Ağaca  asılan zekat parası
Fatih Sultan Mehmet  devrinde bir Müslüman günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamaz. Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazar.Bu kesenin  üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığı söylenir.

                                         Müzikle  tedavi
Osmanlı Devleti'nde, akıl hastaları özel ihtimamla  tedavi edilirdi. Ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılır müzik ile tedavi edilirdi.
Aynı dönemde Avrupa'da ise, akıl hastaları ciddi bir tedavi görmekten uzaktı.Bazılarının ruhuna şeytan girdiği söylentisi bile halk arasında yaygındı.İstanbul'daki akıl hastanelerini gezen  Mongeri Pere'nin: "Burası Avrupa'nın asırlar sonra bile göremeyeceği  bir hayal müessesidir’ diyerek hayranlığını belli etti.Osmanlı'nın uyguladığı müzikle  tedavi metodunun faydaları    ABD'de bile 1956 yılından sonra  anlaşıldı.

                                       İlk   toplu  sözleşme
Dünyanın ilk toplu sözleşmesi  Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildi. Kütahya Vahid Paşa kütüphanesinde bulunan şeriye Mahkemesi sicilinin 57'ci sayfasındaki  belgeye göre, yeryüzündeki bu ilk sözleşme Kadı Ahmet Efendinin tasdiki ile 24 işyeri ile işçileri arasında imzalandı.Bu sözleşmeye göre,Kalfaların, yardımcıların, ustaların ve vasıfsız işçilerin günlük ücretleri belirleniyordu. Ayrıca her gün belli sayının üzerinde fincan imal edenlere ek ücret verileceği  karara bağlanmıştı.

                                          Derse  verilen önem
19.yy ikinci yarısında yaşamış olan  Hüsrev Efendi'nin, ders anlatırken  durgunluğunun nedenini  soran öğrencilerine ’Bu sabah kızım vefat etti. Onun cenazesi, defin işi vardı.Dersinizi ihmal ederim diye Allah'tan korktum. Bu durumda olmama rağmen yinede  geldim. Onun için üzerimde durgunluk var, hemen gidip onun defni ile meşgul olacağım. Kusura bakmayın o yüzden biraz cansız konuştum" diyerek derslerine   verdiği önemi anlatmıştı.

                                        Surre  alayları                     
Yıldırım Bayezid döneminden itibaren her yıl Mekke ve Medine'ye Surre Alayları düzenlenirdi. Halka dağıtılması için özel olarak  hazırlanan  birçok hediye ile  bu şehirlerde  yaşayan fakir  halka  verilmek  üzere binlerce altın gönderilirdi.Ayrıca bu Surre Alaylarında padişahın  ihtimamla yaptırıp gönderdiği Kabe örtüsü bulunurdu. Bu örtü törenle  yerine takılır, eskisinin geri getirilip halka paylaştılırdı. Osmanlı'nın, bin bir güçlük ve darlık içinde bulunduğu dönemlerde dahi bu gelenek devam etmiştir.

           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder