8 Ağustos 2014 Cuma

DEFTERİMDEN İLGİNÇ TARİH NOTLARI -13



                                           Yüz  Ellilikler
Milli mücadele kazanılıp,  Osmanlı Hanedanı yurt dışına çıkartıldıktan sonra milli mücadeleye muhalefette bulunanlar, cumhuriyet ilanına zorluk çıkartanlar, ve devlete ihanet edenlerin listesi hazırlandı. Bakanlar kurulu kararıyla bu listeye dahil olan kişiler sınır dışı edildiler. Bunlar  toplam yüz elli kişi olduğu için bunlara yüz ellikler ismi verildi. Bazı isimler bu listeye tesadüfen girmiş olmakla beraber birçoğu gerçekten vatan hainiydi.

                                              Didon
Kırım savaşı sırasında oluşmuş bir deyimdi. Bu savaş nedeniyle İstanbul’a gelen Fransız askerler şıklıklarıyla dikkat çekmekte ve özellikle Beyoğlu’nda bulunan eğlence yerlerini   sık sık ziyaret etmekteydiler. Fransız  Subayları konuşma sırasında  ‘ dis donc ‘ yani ‘söyle bakalım’ kelimelerini  kullanmayı çok severlerdi. Bu deyim İstanbul halkı arasında zamanla ‘didon’a  dönüştü.  İlk başta şık Fransız subaylar için kullanılan bu terim daha sonraları Türk’lerden de şıklığa ve Avrupa’yi  giyime meraklı olanlar  içinde  kullanılmaya başladı.
                                              Helvacıbaşı
Topkapı Sarayında bulunan  helvahanede saray için  her türlü şekerli yiyecek ve içecek hazırlanırdı. Bunların başlıcaları şerbetler, tatlılar, reçeller, macunlardı. Sarayda kullanılan hoş kokulu sabunların imal edildiği küçük bir bölüm de vardı İtina ile hazırlanan  bu şekerli yiyecekler arasında macun’un  yeri ayrıydı. Kalabalık bir ekiple çalışan  helvahanenin yöneticisi ne  helvacıbaşı ismi verilirdi

                                      Zülüflü  Baltacılar
Topkapı Sarayı’nda önemli görevlerde bulunan   Zülüflü Baltacılar  Ocağının   harem, Divan-ı Hümâyûn ve Enderûn  bölgelerinde   görev yaparlardı.  Ocak ilk olarak  Baltacılar ocağı ismiyle  II. Murat döneminde (1421-1451) ordunun bir öncü birliği olarak kurulmuştu. Başlarına  giydikleri oldukça sivri, deve tüyü renginde ve iki yanında saç örgüsü biçiminde zülüfleri sarkan başlık nedeniyle . halk arasında Zülüflü Baltacılar  ismi verilmişti
Zülüflü Baltacılar saray tarihinde değişik dönemlerde farklı görevler yapmışlardı. Haremde çıkan  yangınlarını söndürme, hamam ve ocaklarının odun ihtiyacını karşılama ve  haremin gözetilmesine ilişkin görevlerde bulunmuşlardı. Bunun yanı sıra  Divan-ı Hümâyûn temizliği, culüs ve bayram törenlerinde padişah tahtının taşınması ve kurulması gibi  görevleri de vardı. Saray mevlitlerinde hazırlanan gülsuyu ve şerbetleri dağıtmakta   işleri  arasındaydı.

                                           Saray Arşivi                                   
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu  ilk dönemlerden başlamak üzere devlete  ait tüm  yazılı belgeler çok düzenli olarak saklanırdı.  Bu dökümanlar  günümüzde de  çok iyi korunmaktalar.19. yüzyıla kadar olan devlet ve sarayın işleyişiyle ilgili  tüm evraklar ile birlikte devlete  ait tüm resmi yazışmalar Osmanlı Saray Arşivinde yer alır. Bu arşiv  belgelerinin içeriği  ve koleksiyonunun zenginliği ile Topkapı Sarayı Müzesi’nin en önemli koleksiyonları arasındadır.
Bu Arşivi’nden yararlanabilmek için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden izin almak gerekmektedir. İzinli olan Yerli ve yabancı bütün araştırmacılar  Arşivi, Hafta içi her gün 9.00-12.00; 13.00-16.30 saatleri arasında inceleyebilir.

                          Eski Osmanlı Saraylarında yemek
 Topkapı Sarayı'nda, biri sabah ile öğlen arasında kuşluk, diğeri hava kararmadan önce akşam olmak üzere, günde iki kez yemek hazırlanırdı. Yemekler, bağdaş kurmuş olarak yerden hafif yükseltilmiş sinilerde yenir, yemekten önce ve sonra eller ibrik ve leğen takımı ile yıkanır ve peşkirle kurulanırdı. Yemek sırasında makrama denilen ve peçete yerine geçen örtüler  bulunurdu . Makramalar  tek tek kullanılabildiği gibi, sini etrafındaki kişilerin tümünün örttüğü 3-4 m. uzunluğundaki dolama türlerleri de vardı. Sofradaki herkes sinilerin ortasına konulan tek bir kaptan yerdi yemekte sadece kaşık kullanılır, çatal ve bıçak kullanılmaz, sağ elin üç parmağı ile yemek yenirdi. Yemeğin çeşidine uygun olarak kaşıkların biçim ve boyutları farklılık gösterirdi. Yemekte su içilmediği için su takımı konulmaz, yemek sonrasında şerbet veya hoşaf içilirdi. Genellikle konuşulmadan yenen yemeğin ardından kahve verilmesi âdetti. 18.yy da başlayan modernleşme hareketleri sırasında bu yemek yeme alışkanlığı terk edilerek modern anlamda yemek sofraları kurulmaya başlandı.

                            Sarayda  pişirilen  bazı  yemekler
Saray mutfağının   pek bilinmeyen   özellikleri   arasında yer alan  saraya özgül yemekler  şunlardı.
Soğanlı yumurta : Her ramazanın on beşinci akşamı iftarda padişah  ve gelen davetlilere çıkartılan özel bir yemekti.
Kırma tavuk kebabı : Uzun süre dinlendirilmiş olan tavuğun özel soslar ilave edildikten sonra odun ateşinde pişirilmesiyle yapılırdı.
Süt kebabı : Sütte bekletilen etin hafif ateşte kızartılırken üzerine tekrar yavaş yavaş  süt ve tarçın ilave edilirdi.
Herise : Keşkeklik buğdayın et suyu ile pişirildikten sonra üzerine kimyon ve sumak ilave edilerek servis yapılırdı.                                                           İncik yahnisi : Koyun inciği,tavuk ve dana eti karışımıyla oluşturuldu.                                 Yaka yahnisi: Kılıç balığının başı ile gövdesi arasında kalan kısmının sade tereyağında kızartılıp sarımsak ilave edilirdi.        
Helvay-i  Hakani : Tereyağı  eritildikten sonra içerisine un, nişasta ve pirinç unu karıştırıp bekletilir . Üzerine  şeker ve süt ilave edilirdi.                            Ayva Murabbası:   Yapımında ayva, şeker ,yumurta akı kullanılırdı.      Kabak bastı:  Et,kabak,nohut ve soğan kullanılarak yapılır, yenilirken üzerine tarçın ilave edilirdi.

                                 İlk  öğrenci  hareketi
Cumhuriyetin ilanından sonra ilk öğrenci hareketi  16 kasım 1924 günü İstanbul’da gerçekleşti. O sıralar üniversiteli öğrencilerden tramvaylarda yarım ücret yerine tam ücret alınması nedeniyle sık sık  tartışmalar  çıkmaktaydı.Bunları önlemek amacıyla  tramvay işletmecisi olan Belçikalı şirket tüm araçlarda birer sivil görevli bulundurmaya başlamıştı. Aynı konudaki bir tartışma sırasında  görevlinin tabacasını ateşlemesiyle iki tıp fakültesi   öğrenci yaralanır. Arkadaşlarının yaralanmasına öfkelenen gençler bunu bir yürüyüşle protesto etmek isterler. Büyük bir kitlenin katıldığı bu yürüyüş  tramvay şirketinin merkezinin   basılıp tahrip edilmesiyle son buldu

                                         Gün  isimleri
Bu gün kullandığımız gün isimlerinin bazıları Arapçadan dilimize gelmiştir. Örneğin Arapça’da cum’a olan gün dilimize cuma olarak geçmiş.Bazı gün isimleri Türkçe ekler alarak kullanılır. Pazartesi, cumartesi gibi. Salı dilimize iki ayrı dilden gelmiştir. Arapça üçüncü gün anlamına gelen sellase, diğeri ise Farsça ve Süryanicede aynı  anlamda yani üçüncü gün anlamında kullanılan Şesenbe sözcüğüdür. Eski Türkçe’de Salı günü için üçüncü gün denilirdi. Çarşamba Farsça ve Süryanicede dördüncü gün anlamına gelen  çıhar-şenbe / çeharşembe kelimelerinden dilimize Çarşamba olarak geçmiştir. Eski  Türkçe’de bu günün adı Törtünç olarak bilinir. Perşembe yine aynı dillerde beşinci gün anlamına gelen  percşembe sözcüğünün  çarşambaya uyumlu olması açısından perşembe olarak söylenmesiyle  oluşmuştur. Pazar , Farsca’da  alışveriş yapılan  gün anlamına gelmekte olup buradan  dilimize geçtiği söylenir.

                             Dünyanın  en büyük   yağması 
13.yy başlarında  Kudüs’e gitmek  üzere hazırlanan IV.Haçlı seferi  istikametini değiştirip  İstanbul’a yöneldi. İstanbul o devirlerde Bizans yönetimi altında bulunuyordu. Şehre gelen haçlılar her tarafı yağmalamaya başladılar.  Ticarethaneleri, evler,saray ve kiliseleri   talan ettiler. Bu dünyada  şimdiye kadar rastlanmayan büyük  bir soygundu. Yağma nedeniyle oluşan karışıklık uzun yıllar sürdü.  Haçlılar evleri soyduktan sonra gizlenmiş mallar  olup olmadığını anlamak için halka eziyet etmeye başladılar. Bizanslılar, haçlı subaylarına  hristiyan olduklarını anlatmak için yanlarında taşıdıkları istavrozları  göstermeleri bile fayda etmiyordu. Haçlılar her şeyi aldıktan sonra azizlerin sandukalarını kırıp içlerinde buldukları kıymetli eşyaları  bile almaktan çekinmediler. Ayasofyanın her tarafı bu talandan nasibini alırken, İmparator Jünstinyen’in mezarını bile açıp içinde bulduklarını yanlarında götürdüler.  
    
                                        Fetret   devri
Osmanlı  tarihinde  1402 yılındaki Ankara Savaşı  ile 1413 yılında I.Mehmet’in Osmanlı tahtına geçmesi arasındaki 11 yıllık süredir.Fetret kelimesi Arapçada kargaşalık ve bunalım  anlamına gelir. Ankara savaşı sonucunda bozguna uğrayan Osmanlı ordusu dağılmış, padişah Yıldırım Beyazıt ,Timur’a esir düşmüştü. Beyazıt’ın dört oğlu olan İsa, Musa ,Emir Süleyman  ve Mehmet Çelebi arasında taht kavgaları nedeniyle oluşan  karışıklık 5 temmuz  1413  tarihine  kadar devam etti. Bu tarihte Çelebi Mehmet Osmanlı Padişah’ı olunca  birliği yeniden sağlamayı başardı.

                                      Eti’mi Hitit mi?
Anadolu yarımadasının bilinen en eski ismi Hatti ülkesiydi. Batı bilimciler hattilerin ülkesinde oluşturulan devlete ‘Hitit’ ismi vermişlerdi. Hitit’ler uzun yıllar Anadolu’da hüküm sürdükten sonra istilacı dış güçlerin etkisiyle  erimiş ve dağılmışlardı. Hitit’ler için kullanılan Eti sözcüğü ise tamamen uydurmadır.Bu devletin adı yabancı kaynaklarda Hitit olarak geçer.

                                    Topla  Selamlama
Osmanlı İmparatorlunun en eski devirlerinden beri İstanbul’da bayramlar, büyük zaferler ve donanmanın sefere çıkışı top atılarak kutlanırdı. Daha sonraları padişahlar  tahta çıktıklarında ,  çocuklarının doğumunda , ramazan aylarında ve bazı elçilerin İstanbul’u ziyaretlerinde top atılması bir gelenek halini almıştı.  Donanmanın  zaferle İstanbul’a dönüşlerinde  gemiler  Topkapı’dan rahatça görülmesi için Sarayburnun da   hizalanarak top atışı yaparlardı. Böyle zamanlarda İstanbul’un bazı semtlerinden top atılarak bu selama karşılık verilirdi. Padişahlar saltanat kayıklarıyla Boğaziçi’nde geziye çıkışları ise çok ihtişamlı olurdu. Hükümdarın binmiş olduğu kayık ve buna eşlik eden teknelerden oluşan kalabalık bir kafile Kızkulesi ve hisarlardan atılan toplarla selamlanırdı. 21 pare top atışı sadece padişahlar için yapılırdı. 19 pare vezirler, 17 pare Rumeli ve Anadolu kazaskerleri ile yüksek rütbeli subaylar için, 15 pare beylerbeyi, liman reisi paşası ve koramiraller ‘in İstanbul’a geldiğinde, 13 pare tüm amiraller , 11 pare Edirne, Bursa, Şam kadıları ,9 pare  İkinci sınıf kadılar ile yarbay rütbeli subaylar  için atılırdı. 7 pare bazı kaymakamlar ,5 pare devlet makamında müdürlük gibi yüksek mevkilerde bulunanlar için, 3 pare bazı konsolos ve kadılar ile binbaşı civarında rütbesi bulunanlar için. Dost  devletlere ait savaş gemilerinin limana girişlerinde ise 21 pare top atışı ile karşılanır gelen gemilerde genellikle aynı sayı ile karşılık verirlerdi.

                                       Ankara’nın suyu
Ankara  valilerinden  Abidin paşa, Elmadağı’ndan  Ankara’ya tatlı su getirmek  için halktan para toplamıştı. İşe  başlaması  için saraydan izin verilmesi gerekiyordu. Durumu öğrenen  İkinci Abdülhamit , valiye gönderdiği cevapta ‘Susuzlara  su vermek  devletin görevi olduğu gibi  aynı zamanda dinimizin emirlerinden  birisidir. Sevap olarak kabul edilir. Bu şerefli işi  benim yapmam gerek . Topladığın paraların hepsini sahiplerine  hemen  geri ver.  Bütün masrafı hazine-i şahanemden olmak üzere  hemen  işe  başla  ve bekleyenleri  acele  iyi suya kavuştur ‘ der. Bu konuşmadan  kısa bir süre sonra  Ankara’lılar  tatlı suya kavuştu.                                        

                                      Yeniçeri   Ağası 
Yeniçeri  Ağası  yeniçeri ocağının başkomutanıydı. 16.yy kadar yeniçeri ağası  sarayda padişahın güvendiği kişiler arasından seçilirdi. Ağalık yeniçeri ocağının kurulduğu tarihte başlayıp 1826 yılında yeniçeri ocağın kaldırılışına kadar sürmüştü. Acemi ocağına yeni devriştirme   alınmasından   İstanbul ‘da düzenin sağlanmaya kadar pek çok   görevi  vardı. Bu amaçla haftada en az iki veya üç kere olmak üzere İstanbul’da gezip  polislik görevi yapardı.Yangın olduğu zamanlarda   yangın yerine gidip çalışmaları izlerdi. Yeniçeri ağası şehzadelerin sünnet düğünleri gibi büyük toplantıların yapıldığı zamanlarda etrafı kollamak için gerekli planları yapıp  uygun yerlere koruyucular yerleştirirdi. Saray görevlilerin korumalığını da düzenlemek yeniçeri ağasının görevleri arasında yer alırdı. Her Cuma  padişahla birlikte Cuma namazına gidip  burada  padişahın çizmesini çıkartması bir gelenekti. Padişah bunu ilk defa yapan yeniçeri ağasına    üzerinde  elmas bulunan bir hançer hediye ederdi.

                                  Eski   devirlerde   bakkal
Eski zamanlarda bakkallık   diğer esnaflarda olduğu gibi Tanzimat devrine kadar ‘gedik’ denilen sınırlamaya uymak zorundaydı. Yani bir kişi istediği zaman, istediği bir yerde dükkan açıp bakkallık yapamazdı.  İstanbul’da  gerek çarşılardaki gerekse mahalle aralarındaki bakkalların yerleri belliydi. Halkın yeni bir isteği olduğu veya nüfus artışları göz önüne alınarak gedik’in izin vermesi üzerine yeni bir bakkal dükkanı açılabilirdi. Her bakkalın yanında kaç çırak çalışması gerektiği önceden belirlenir ve bu sayının üzerine çıkılamazdı. İstanbul’da  bakkallar  gediklik müessesinin iptal edildiği Tanzimat devrine kadar  sadece Müslümanlara verilen bir imtiyazdı.

                                       Mevacib   parası
Osmanlı  hanedanının  kadın üyelerine ‘mevacib parası’ denilen  aylık maaş verilir, ayrıca günlük ve aylık   erzaklar  yollanırdı. IV.Mehmet’in kızı olan Hatice Sultan’ın gıda tahsilatı şöyleydi. Her gün, 7 ekmek, 2 tas yoğurt ve 4 kilo et.Aylık olarak ta bol miktarda yağ,soğan,pirinç,bal,şeker,sirke, un, zeytinyağı başta olmak üzere 150 tavuk ve 250 adet yumurta tahsis edilirdi.

                                  Darüssaade    Ağaları
Kızlar Ağası’da  denilen  darüssaade  ağasının saraydaki  başlıca görevi harem dairesinin kapısında görev yaparak  buranın güvenliğini sağlamaktı.  Darüssaade de  denilen çift kapılı masif tunç’tan kapılmış harem kapısı  kızlar ağasının işaretiyle açılır ve kapanırdı. Harem kapısını sürekli bekleyen beş muhafızın nöbetlerini düzenler, emrindeki askerlerin eğitimleriyle uğraşırdı.          Dairesi  harem dairesinin kapısının yanında bulunurdu. Sarayın yüksek şahsiyetlerinden birisi olarak kabul edildiğinden  oldukça nüfuslu bir kişiydi. Bazı sadrazamları yerinden oynattığına bile şahit olunmuştu.Cariye ve valide sultanlarla yakın samimiyetleri vardı. Onların sorunlarıyla da ilgilenirlerdi. Darüssaade  Ağaları genç yaşta hadım edilmiş kişilerden oluştuğu biliniyor. İlkel biçimde hadım edildiklerinden çoğu ömür boyu idrar yolu hastalıklarıyla uğraşmak zorunda da kalırlardı.

                                Ortodoks  Patriki’nin  asılması
Patrik Ortodoks kiliselerinin başında bulunan en yüksek rütbeli din adamıdır. Yetkileri sadece kendi bölgesiyle sınırlıdır. Dünya üzerinde 19 adet patrik ünvanı taşıyan başpiskopos bulunur. Bunların en tanınmışlarının bir tanesi de İstanbul’da bulunan Rum Ortodoks Patrik’liğidir.  Osmanlı tarihinde Patrik’ler her devirde ilgi görmüşler ve saygınlıklarını korumuşlardı. Tüm tarih boyunca yalnızca bir kere İstanbul’daki Rum Patriği asılarak idam edildi. Patrik Grigorikos Yunan İsyanı sırasında isyancılarla iş birliğinde bulunmuştu. Hatta İstanbul’da yaşayan Rumlarla birlikte saraya saldırı planı bile yaptığı söylenir. Bunlar ortaya çıkınca  Padişah II.Mahmut’unda onayı alınarak patrik kilisenin kapısında asılarak idam edildi.Bu kapı o günden beri bir daha açılmadı. Patriğin cenazesi ise Atina’ya götürülüp abartılı bir  törenle gömüldü.

                                            Zimmiler
Eskiden bir İslam devletinde yaşayan gayrı Müslimlere Zimmi  denilirdi. Osmanlı Devletinde belli başlı üç çeşit zimmi vardı. Ortodoks hristiyanları, Yahudiler ve Ermeniler. Her cemaat Osmanlı Devletinin yasalarına  uyduğu gibi aynı zamanda  kendi dini gereksinmelerini yerine getirip  kendi toplumunun adetlerine de  uyarlardı. Azınlık olarak adlandırılan bu topluluklar bazı zamanlarda Müslümanlar kadar sayılara ulaşmışlardı. 1550 yılında yapılan bir sayımda İstanbul’da yüz dört bin ev olduğu saptanmıştı. Bunların kırk bini  hristiyan,dört bini Yahudi, altı bini Ermenilerindi. Geriye kalan evler ise Müslümanlara aitti. Buradan da görülebileceği  gibi  Müslümanlarla gayri Müslimlerin ev sayıları birbirine çok yakındı. 1520 ve 1536 yıllarında yapılan nüfus sayımlarında İstanbul’un dört yüz bin olan nüfusunun % 58.3 Müslüman geriye kalan % 41.7 si ise gayri Müslimlerden oluşuyordu. Zimmilere verilen bir takım imtiyazların yanı sıra bazı kısıtlamalar da uygulanırdı. Kısıtlamaların başlıcaları şunlardı. Sokaklarda içki satışı yapmaları,İslam kılığında gezmeleri,Müslümanların yoğun olarak yaşadığı yerlerde meyhane açmaları,ayrıca  Eyüp Sultan’a  yakın evlerde  oturmaları ile  esir ve cariye satışı yapmaları  yasaktı.

                                            Güllü   Agop
Tanzimat döneminde Avrupalılaşma akımının en önemli çalışmalarından biriside Güllü Agop’un kurduğu ve yönettiği Osmanlı Tiyatrosu olmuştur. İlk defa Türk yazarlarının yazdığı oyunlar ı Türk tiyatrocuları oynamışlardı. Müslüman tiyatro sanatçılarının ilk defa sahnede yer alması halk üzerinde büyük heyecan ve ilgi uyandırmıştı.1840 tarihinde doğan ve asıl mesleği sıvacılık olan Güllü Agop ( Agop Vartovyan ) tiyatroya merak sarınca mensubu olduğu Ermeni cemaatının tiyatro oyunlarını izlemiş,çeşitli oyunlarda ufak roller almıştı.Agop’u diğer Ermeni oyunculardan ayıran en önemli özellik  Türkçe tiyatroda  oynama isteğiydi. İstanbul’da kurduğu topluluk Osmanlı Tiyatrosu’nun temelini oluşturdu. Gedik paşa’daki  Osmanlı  Tiyatrosunda Güllü Agop’un kurduğu topluluk 1868 yılında Cesar Borgia adlı tiyatro oyununu oynadılar.1869 yılında ise aynı topluluk Mustafa Efendinin yazdığı Leyla ile Mecnun adlı eseri oynanmış,bunu  diğer oyunlarda  izlemişti.
                                         Emirgan  Korusu
Boğaziçi’nin en güzel korusu olan Emirgan devlete ait olan bahçeydi. Sultan Abdülaziz tarafından Mısır Hidivi İsmail Paşa’ya hediye edilir. Bu sahsın vefatından sonra ise mirasçıları bu koruluğu İstanbul Belediyesine sattılar. Belediyede halkın faydalanması amacıyla koruluğu halkın ziyaretine açtı. İçerisinde sarı, beyaz ve pembe olmak üzere üç adet köşk yer alır. Büyük bir süs havuzu ve binlerce ağaç yer alır. Koruda  Çam, selvi, köknar, kestane,  meşe, ıhlamur, ceviz ve meyva ağaçlarını bir arada görmek mümkün. 500 dekarlık bir alana yayılmış olan koruluk İstanbul’un en güzel dinlence yerlerinden birisi olma özelliğini günümüzde de korumakta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder