7 Ağustos 2014 Perşembe

DEFTERİMDEN İLGİNÇ TARİH NOTLARI - 5



            

               Ünlü ilçemiz Bodrum’un adı nereden geliyor ?
Yurdumuzun önemli turizm merkezlerinden birisi olan Bodrum , eski adı Halikarnassos olan bir Karya  şehriydi. Bu tarihi şehir ilk olarak  bu günkü kalenin bulunduğu  Zepheria denilen adanın üzerinde kurulmuştu.  Zamanla bu ada kıyı ile birleşerek bir yarımada şeklini almıştır. Mitolojide Zephyros bahar rüzgarları tanrısıdır. Bahar ve yaz aylarında  bu bölgeye serinlik getiren meltem  rüzgarları nedeniyle bu isim verilmiştir. 1403 tarihinde İzmir’den gelen St.Jean şövalyeleri  bu yarımda üzerine büyük bir şato kurarlar ve bunu Saint Peter’e adayarak  ona Petronium adını verdiler. Bu isim Türkçede zamanla değişerek Bodrum halini alır.

                           Osmanlı saraylarında çubuk  alayı
Osmanlı saraylarında çubuk  hazırlayıp bunu ikram etmekle görevli olan kişilerin oluşturduğu grubun adıdır. Çubuk tütün içmeye yarayan bir çeşit uzun pipodur. Bunlar genellikle kiraz veya yasemin ağacından imal edilirdi.Bir ucunda tütünün konulduğu  lüle vardı. Öbür ucunda ise kehribar veya yeşim taşından yapılmış bir ağızlık bulunurdu. Çubuk alayı denilen görevliler çubukla ilgili gelenekleri yerine getirirlerdi. Birisi kül tablasını taşırken,diğeri lüle kısmını çubuğun üzerine yerleştirir başka birisi ise  uç kısmını içecek olanın ağzına göre ayarlardı. Çubuk alayında çalışanların başında ise çubukçu başı bulunur tüm işlemleri takip ederdi. Çubukçu başının idaresi altında bir ateşçi , on tanede çubukçu görev yapardı.

                                  Atı alan Üsküdar’ı geçti
Eski zamanlarda yaşayan İzzet Efendinin dillere destan güzellikte olan bir karısı varmış. Karısını herkesten kıskanır onun bir yere gitmesine izin vermezdi.İzzet Efendinin Neşet Molla isminde her şeyini paylaştığı hatta hacca bile birlikte gittiği  çok yakın bir arkadaşı vardı.
Evlerine rahatça girip çıkan bu kişi zamanla arkadaşının karısına göz koyup İzzet Efendiyi karısının başka bir sevgilisi olduğu yönünde ikna etmiş. Bunun için sözde sevgilisinden gelmiş süsü verilen mektuplar, kapının önünde yanlışlıkla unutulan ayakkabılar gibi bir takım senaryolarla bu şüphelerin kuvvetlenmesine yol açmış. Sonunda karısının kendisini aldattığına inanan İzzet Efendi karısından boşanır.Bunu fırsat bilen Neşet Molla ise hemen kadınla evlenir. ‘Bundan sonra İzzet Efendinin yüzüne nasıl bakacaksın? ‘ diye soranlara ben söyleyecek hiçbir şey bulamazsam  ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti derim olur biter .‘ demiş. Bu terim  bazı konuları anlamak veya uygulamak için çok geç kalındı manasında  günümüzde de kullanılmaktadır.

                               Ceneviz ve Cenevizliler
İtalya’nın  Cenova şehrinde 12.yy dan 1805 yılına kadar hüküm sürmüş olan bir kent devletidir. Gemicilik ve denizcilikte çok gelişmiş olan bu ufak devlet Akdeniz bölgesinde pek çok koloninin sahibi olmuştur. 1492 yılında Amerika’yı keşfeden ünlü denizci  Kristof  Kolomb , Preveze deniz savaşında haçlı donanmasının komutanı olan Andrea Doria’da Cenevizliydi. 15 ve 16.yy larda Osmanlılarla Bizans desteğindeki  Cenevizliler arasında sayısız deniz  savaşı yaşandı. Hatta bir ara İstanbul’da Galata bölgesini, İzmir, Sakız ve Midilli adasını ele geçirmelerine rağmen Türk denizcilere yenilerek bu bölgelerden ayrılmak zorunda kaldılar.
                                      İlk  milletvekili  seçimi
1876 yılında II.Abdülhamid tahta çıktığı zaman hızla hazırlanan bir anayasanın hükümleri gereğince Meclis-i Umumiye adıyla bir Millet Meclisi oluşturulması gerekiyordu. Meclis 130 kişiden oluşacaktı.Milletvekillerinin iyi ahlaklı ve suç işlememiş kişiler olması gerekiyordu.Her  Vilayetin Valisi, kendisinden sonra gelen görevlilere talimat vererek mahalli idarelerde görev yapan ve milletvekili olmaya aday olabilecek kişilerin isimlerini yazarak kendisine vermelerini ister. Gelen zarflar 15 kişiden oluşan bir inceleme kurulu tarafından açılarak en çok oy alanların meclise gönderilmesine karar verildi. Eşit oy alanların arasında kura çekilerek sonuca ulaşıldı. Seçilen meclis üyeleri 1877 yılının 19 Mart günü Dolmabahçe  Sarayında padişahın başkanlığı altında toplandı. İlk meclis fazla ömürlü olmayacak 1878 yılının şubat ayında  II.Abdülhamid  tarafından kapatılıp millet vekillerinin görevlerine son verilir.
                                          Gülhane  Parkı
Gülhane  Parkı    Osmanlı Döneminde Topkapı sarayının  dış bahçesiydi.   
Gül ağaçlarıyla dolu bir bahçe olduğu için Gülhane ismi verilmiştir. 
3 Kasım 1839  tarihinde Mustafa Reşit Paşa tarafından Tanzimat Fermanının okunduğu yerdir.  Bu bildiriye ‘ Gülhane  hattı  humeynunu’ denilmesinin sebebi de budur.
1912 yılında ise  padişahın özel izniyle halkın faydalanacağı bir park haline dönüştürüldü. Tarihine bakarsak içerisinde  sadece padişahların girebildiği has bahçe denilen bölümün ve  III Ahmet devrinin meşhur lale bahçelerinin burada  bulunduğu bilinmektedir. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal’de 1 Eylül 1928 tarihinde alfabemizin yeni Latin harflerini ilk defa bu parkta  halka tanıttı.Atatürk’ün naşı Ankara’ya gönderilirken son tören bu parkın Sarayburnu tarafında 19 Kasım 1938 tarihinde  yapıldı. Tabut top arabasından 12 general tarafından alınarak  Yavuz zırhlısına götürülmek üzere sahilde bulunan Zafer destroyerine konuldu.
                                            
                            İstanbul’da  beygir  sürücüleri
Yaklaşık 100 yıl kadar önce İstanbul’un Eminönü semtinde kiralık atlar bulunurdu. Özellikle Sultanahmet tarafına gitmek zorunda olanlar buradan at kiralayarak istedikleri yere giderlerdi.  Atların sahipleri de işi biten atları geri almak için atla gidenin arkasından koşarak takip ederdi. O zamanlarda at veya eşek kiralayan bu kişilere halk arasında beygir sürücüleri denirdi.

       İstanbul’un  alınmasından  sonra    camiye  çevrilen  kiliseler

Fatih İstanbul’u aldıktan sonra sekiz adet kilise camiye dönüştürüldü. Bu kiliseler ve dönüştükleri cami’ler şunlar
 Ayasofya Kilisesi       :  Ayasofya cami
 Aya Serkiyo Kilisesi   :  Küçük  Ayasofya  cami
 Hristo Pankotratos     :  Zeyrek cami
 H.Sotis Hora kilisesi   :  Kariye cami
 Altımermer kilisesi      :  Altımermer cami
 Pantepopto kilisesi     :  İmaret cami
 Aya Teodora kilisesi   :  Vefa cami
 Hristo kilisesi              :  İsa kapısı cami
,
                                            Mendil  atma
Osmanlı padişahları beraber olmak istedikleri cariyeyi seçmek için  yapılan bir uygulamaydı. Buna göre padişah  cariyelerin bulunduğu bölüme girer  sıra halinde dizilmiş olan cariyelerin önünden geçerken beğendiğinin önüne  elindeki mendili atardı. O cariyede padişahın huzurunda diz çöker.Mendili birkaç defa öptükten sonra koynuna koyar ve o akşam padişahla birlikte olurdu. Bu uygulamaya  saray içerisinde mendil atma denirdi.

                                         Eski  Mürekkepler
Yüzyıllar geçtiği halde levhaların üzerinde  ve kitaplarda hala pırıl pırıl duran mürekkeplerin   iyisi bezir yağı isinden yapılandı. Onlarında  iyisi en çok bekletilen ve bu sürede sürekli olarak çalkalananı olurdu. Eski mürekkepçiler mürekkebi hazırladıktan sonra güğümlere doldurup  bunları develerinin  üzerine asarlardı. Deveye binen mürekkep hazırlama ustası aylarca bu güğümleri indirmeden seyahat ettikten sonra bunların kıvama ulaştığını düşünerek deveden indirip  satardı. Aylarca çalkanan bu mürekkepler en çok tercih edilenlerdi.
                                   Kuyuya  atılan  genç  kızlar
Maya’ların  inancına  göre  tanrıdan haber almak için senenin belirli zamanlarında derin bir  su kuyusunun içerisine genç bir kız atılarak öğlene kadar orada bırakılırdı. Eğer sağ olarak çıkarsa tanrının ona neler söylediği sorulurdu. Eğer bereketli bir yıl geçeceği haberini alınırsa  sevinip şenlikler düzenlerlerdi. Haber kötü,kurak ve sıkıntılı bir sene olacağı  haberi gelirse şenlik düzenlenmez herkes elinde ne varsa bu  kuyuya atardı. Kuyuya atılan genç kız sağ olarak çıkmaz ise bir başkası bu görevle kuyuya indirilirdi.

                                           İlk kahveler
İstanbul’da ilk kahve 1554 Kanuni Sultan Süleyman devrinde Tahtakale’de açıldı. Kahve halk arasında çok büyük ilgi görmesi üzerine bir anda şehrin pek çok yerinde yenileri  açılmaya başladı. Bu devirlerde kahveye gelenler kitap okur,sohbet eder veya satranç ve tavla oynarlardı. Genellikle sedirlerin üzerinde oturulurdu.Her kahvenin ortasında bulunan fıskiyeli havuz özellikle sıcak yaz günlerinde kahve tiryakileri için eşi bulunmaz bir serinlik kaynağıydı. Kahve  porselen  kulpsuz  fincanlarda ikram edilirdi. İçerken  sıcaktan etkilenmemek  için fincan tahta,maden veya boynuzdan imal edilmiş bir koruyucunun içerisinde getirilirdi. Ocağın bulunduğu bölüm nakışla işlenmiş süslü  tahtalardan yapılırdı. Zaman içerisinde kahveler bu iyi özelliklerini kaybetmeye başladılar. Kumar oynanıp, içki içilen yerler halini almaya başladı. Bunun üzerine III. Murat zamanında tüm kahveler kapatıldı. Daha sonra kısmen açılmalarına izin verilse de sıkı denetim altında tutuldular. Kumar oynanması ve içki içilmesi kesin olarak yasaklandı. Hatta IV.Murat’ı tebdili kıyafet ile şehre çıkarak  bu konuda bizzat denetim yaptığı bile bilinir. 19.yy ikinci yarısında ise adına kırathane denilen fakat içerisinde daha çok kitap ve gazete okunan yeni bir kahve türü oluştu.Burası kültürlü kişilerin toplanıp, edebiyat ve siyasi konularda tartışma ve konuşmaların devam ettiği genellikle aydınların devam ettiği yerlerdi.

                                 Karakucak  Güreşleri
Türklerin en eski  milli güreşlerindendir.10. yy dan beri sürekli  yapılmaktadır. Çimen veya toprakta vücudun üst kısmı çıplak olarak yapılan serbest stilde ve yağ kullanılmayan   güreşlerdir.Bir karşılaşmanın süresi altı dakika,uzatma  üç dakikadır. İlk olarak Kahramanmaraş’ta düzenli olarak yapılmaya başlanmış daha sonraları  bir çok yerde de  ilgi görmüştür. Bu güreşte de yağlı güreşlerde olduğu gibi güreşçiler   yaş, kuvvet ve ustalıklarına göre sınıflara ayrılırlar. Pehlivanlar keçi kılından dokunan  pıtpıt denilen kısa bir pantolon giyerler.Ayakları çıplaktır. Güreşler davul ve zurna eşliğinde bir karnaval havası içerisinde yapılır.

                                            Çay’ın  tarihi
Çay deyince akla ilk Çin gelir. Çinliler bu bitkinin İÖ 2000’li yıllarda imparator Shen Nung tarafından bulunduğunu söylerler. BU konuda anlatılan hikaye şöyledir. İmparator bir gün sarayının bahçesinde sıcak su içerken  rüzgar iki yeşil yaprağı getirip  fincanının içerisine bırakır. Bu yaprakların sıcak suya değmesi sonucunda etrafa hoş bir koku yayılır.Sıcak suda ise hafif bir burukluk veren hoş  bir tat oluşur. Bu kokuyu ve tadı çok beğenen imparator  bu bitkinin derhal bulunmasını ve her yere  dikilmesini söyler.Kısa bir sürede başta Japonya olmak üzere tüm uzak doğuda ekilmeye ve  tüketilmeye başlar. Avrupa’ya ilk çay Venedikli bir gezgin tarafından 1559 yılında getirilmiştir. Çay Amerikan istiklal savaşında da adı geçen bir madde oldu. İngiltere’nin  fazla gümrük vergisi almasına kızan halk Boston limanına gelen çay yüklü gemilere girerek tüm çayları denize atar.. Bu  Amerikalıların İngiltere’ye karşı başlattığı  ilk isyan hareketidir. Türkiye’de çay ilk olarak 1888 yılında Japonya’dan getirilen tohumların Bursa’ya ekilmesiyle başlamış. Fakat Bursa yöresini çay yetiştiriciliğine elverişli olmadığından başarısızlıkla sonuçlanır.1917 yılında ise ünlü botanikçi Ali Rıza Erten yaptığı  araştırmayla Karadeniz bölgesinin  çay yetiştirilmesi için çok elverişli olduğunu saptar. Buna rağmen gerekli kanunların çıkması ve ekimin başlaması 1924 yılına kadar uzar. Bu tarihte başarılı sonuçlar alınmasından sonra Karadeniz’de yoğun olarak çay bitkisi yetiştirilmeye başlanır.

                             Hezarfan   Ahmet   Çelebi
17.yy da İstanbul’da yaşamıştır. Takma kanatlarla uçmayı başarmıştır.  Çok zeki olan ve akıl almaz deneyler yapan  Ahmet Çelebiye  halk tarafından her şeyi bilen anlamına gelen Hezarfan lakabı verilmişti. Galata Kulesinden  Boğaz’ı geçerek yaklaşık  3.5 kilometre uzaklıkta olan Üsküdar’a kadar takma kanatlarıyla uçan tek kişidir. Hezarfan Ahmet çelebi kendisinden asırlar önce yaşayan  ünlü Türk bilim adamı İsmail  Cevheri’yi örnek aldığı söylenir. İsmail Cevheri  uzun araştırmaları sonucunda insanın kanat takarak uçabileceğini savunmuş fakat kendisi bunu ilk denemesi ölümüyle sonuçlanmıştı.
 Sarayburnu’nda bulunan Sinan Paşa köşkünden Hezarfan’ın  uçuşunu seyreden IV Murat  Ahmet Çelebiyle  çok ilgilenmişti. Ona bir kese altın verdikten sonra bu kadar zeki ve becerikli bir kişinin kendisi için çok tehlikeli olabileceğini düşünerek Cezayir’e sürgüne gönderir.
                          
                               




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder